29 Kasım 2016 Salı

Eyvah Necdet! Naptın Sen?


Tüplü televizyonların baş ağrısı yaptığı dönemler şiddetli baş ağrısına rağmen televizyon başından kendimi alamazdım. En çokta Bir Demet Tiyatro çıkınca kalkamazdım çünkü o dönem okula gittiğimde sarı bir yağmurluğum vardı onu giyen koca amcayı görünce gülerdim ve onun gelmesi için sabırsızlıkla beklerdim. Sarı çizmeleri sarı yağmurluğu kalın bıyıkları ve saklayamadığı göbeğiyle arkadaşı Sulhi ile karşımıza çıkar ve bize siyaset bilimi dersi verirdi. Aslında "hayda" tepkisi ona çok yakışırdı. Ne zaman doğruları söylese pasifist olan Sulhi tepki olarak ona "Hayda" derdi. Mükremin'in evini bastıklarında Mükremin'in babasına şöyle demişti: Bizim emekçilerle sorunumuz yok bey baba. Aslına bakarsan ne kadar lümpen tavırlarını görsek de Mükremin'de sevdiğimiz bir arkadaşımızdır. Diyor ve babasının elini öpüyor evde televizyonu kaptığı gibi gidiyor. 

Yine Eyvah Necdet olarak Züleyha olan amansız aşkı. Onun için yaptıkları. Züleyha'ya sorduğu sorular. Sen hiç kurbanlıkları düşündün mü Züleyha? Ya filleri Züleyha filleri düşündün mü? Bu sorular ile Züleyha'yı bunaltıp aldığı cevaplara şaşırırdı. İşte bugün hepimizi şaşırttı.

 Çalgı Çengi çekilmeden önce bir çok kişiye teklifler götürülmüş "ünlü"ler milyonlar istemiş. Erdal Tosun tereddütsüz kabul etmiş. Çalgı Çengi'nin Nihat abisi soba borusu misali ağzından dumanlar çıkaran Nihat abimiz. Ben sizi gönderdim. Siz dayak yediniz. Yalan! Külliyen yalan diyen Nihat abimiz. Kalk hadi buna da yalan de. Baka hayallerini satmayan gençler seni bekliyor. Gidene değil kalana koyar demiştin ya işte koydu bize. Kalmak zor be abi. Hem de çok zor. Naptın sen Eyvah Necdet? Pasifist Sulhi'yi mi özledin? Mükremin'in babasını mı? Tombalağı mı? Tombalak demişken hani tek kişilik grev yapmaya karar vermiştin. Bakkala afişi asmaya gittiğinde Tombalak ile tanışmıştınız. İsmini sorduğunda Tombalak demişti sen de böyle isim olmaz. İnsanların insanların dış görünüşünden dolayı başkaları tarafından lakaplar takılması burjuvanın bize dayatmasıdır. Ben sana Direnç diyeceğim demen. Afişi astırmayan Zabıta İrfan'ı dövmeye çalışman. Çocukluğumun en güzel karakteri Spartaküs Vedat sana içimden gelerek son kez "hayda" diyorum! Son kez; "Midyat Seyfo gülün!"

5 Kasım 2016 Cumartesi

Eczacılıkta hukuksuzluğun adı "ekran kapatma"


Hukukta masumiyet karinesi diye bir tabir vardır. Yani birinin suçlu olabilmesi için onun mahkeme tarafından kesin hükümle mahkûm edilmiş olması gerekmektedir. Biri suçluysa hukuken ona bir dava açılır ve açılan dava sonrası mahkeme kararını verir ve o kişi suçluysa müeyyide yani yaptırım uygulanır yoksa beraat eder. Biz bu karineyi evrensel hukuk sisteminden almışızdır ve Anayasamızda da 38. maddenin 4. fıkrasında yer alır. Şöyle yazar : "Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz" Ülkemizde yaşanan OHAL nedeniyle bazı konularda hukuksal sıkıntılar yaşanmaktadır. Bakınız bugün yüzlerce eczacıya herhangi bir ceza verilmediği halde ekranları kapatılmış durumda. Bunun anlamı şudur siz artık SGK ile ilaç alış-verişi yapamazsınız yani bunun bizim açımızdan anlamı şudur: "iflas" çünkü o güne kadar işleyen sistem artık sizin için bitmiştir. Artık halka yani SGK kapsamında olan halkın reçetesini sisteme girerek karşılayamazsınız. Hatta SGK'dan paranız yatmaz. Buraya kadar bunu SGK'nın yapmaya hakkı yok mudur? Hayır kesinlikle vardır ama hangi şartta tabi ki en üstteki şartta yani mahkeme kararı ile birisinin suçlu bulunmasıyla yapılabilir. Yani FETÖ ile mücadele ediyorsunuz hay hay edebilirsiniz açarsınız davayı mahkeme de verir kararını eczacı bedelini öder. Şuanda bu bedeli mahkeme kararı olmadan yapıyorsunuz yani ortada bir karar yok fakat yüzlerce insanın ekranı kapalı.(!) Eee suçluysa al tutukla ne bekliyorsun? Ekranını kapattıysan karşıdakine suçludur demiş oluyorsun lakin bakıyorsun o kişiler hakkında herhangi bir dava yok tutuklama mahkeme tebligatı desen o da yok? Peki, neden kapattın ekranı? Çünkü onlar FETÖ'ye yardım yapıyor. Açıklaman tamam da ortada bir hukuki bir sonuç yok. Kurunun yanında yaşıda yakıyorsunuz FETÖ ile uzaktan yakından alakası olmayan meslektaşlarımızın da ekranı kapalı ona ne yapacağız? Bunları ayırırken nasıl bir durumu baz aldınız? Onunla ilgili açıklama da yok. Bir çare avukat bürolarına koşan meslektaşlarımız var. Avukatlara durumu anlatıyorlar. Avukatlar da şaşkın çünkü ilk defa böyle bir durumla karşılaşıyorlar. Önlerinde emsal bir durumda yok. Yürütmeyi durdurma da açamazlar ortada dava da yok. Davayı kime açacaklar valla onu bilen de yok ? Bu durumda olan eczaneler eczanesini devredebiliyor mu? Açık konuşayım onu da yapamıyorlar. İnsanın adı çıkacağına canı çıksın sözü bu kadar güzel ifade edemez durumu çünkü şu dönemde ekranın hırsızlıktan dahi kapansa o meşhur ibareden "yüz kızartıcı" suçtan dahi kapanda algıda FETÖ'cüsün. Çözüm var mı? Ben de bilmiyorum. Bunları da birilerini aklamak için yazmıyorum hatta suçu varsa en ağır cezayı alsın ekranı kapansın fesih yesin hatta eczacılıktan men edilsin bakın o kadar da katıyım lakin hepsi hukuk çerçevesinde yapılsın. Yıllarca sosyalist mücadele içinde olan arkadaşımızın ekranı kapatıldı. Yahu gülene en ağır küfürleri eden insandı onun ekranını kapatarak FETÖ'cü damgası vurmak nedir? Ekranını keyfi kapatsanız bu kadar zoruna gitmezdi! Hukuk çerçevesinde dilediğinizi yapın lakin bu şekilde alakası olmayanları harcamayın. Bu konuda da sessizlik kötüdür arkadaşlar yarın sabah medullayı açtığınızda ekranınızın kapandığını görünce ah edip vah edip ağlarsınız iş işten geçer. Belki biz bunları yaşasaydık şuanda bu durumda olanların içinden elini ovuşturacak tiplerde vardır lakin biz hukukun herkese lazım olacağı bilinci ile hareket etmeliyiz. 
Ekranınızın kapanmadığı günler dilerim...

1 Kasım 2016 Salı

"Cumhuriyet" cumhuriyetin ta kendisidir!


Mahallemizde eski tabirle yüksek okul kazananların çoğunun yolunun geçtiği küçük ama on numara beş yıldız pide ekmeklerin yapıldığı bir fırınımız vardı. Eee mahallemden herkes geçti dedim. Eh bizimde sağımıza solumuza o pidenin yapıldığı undan değdi. Okul tatil olduğunda bir çok aşamasında çalıştık. O dönemler küçüktüm tabi Erol abimiz vardı o dönem elinden bir gazeteyi düşürmezdi. O zamanlar bizim açımızdan bir şeyin okunması için renkli janjanlı bol görselli olması gerekiyordu lakin bu gazetede pek görsel yoktu bolca yazı vardı. Elime aldığımda erkenden sıkılırdım. Çok fazla yazı vardı o dönem çok okumayı seven bir tip değildim açıkçası şöyle karıştırıp renkli yer arardım bulamayınca(gerçi o dönem spor tutkunuydum gazetenin de spor köşesi çok azdı) aldığım yere bırakırdım ara sıra şöyle göz atardım lakin tuhaftır Erol abi işi bitince sandalyesini alır ilgiyle okurdu. İlerleyen yıllarda gazetenin çıkardığı gazetecilere baktıkça aslında ne kadar değerli bir gazete olduğunu anlamaya başladım. Bizim için o küçük fırın neydiyse aslına bakarsan bir gazeteci için de Cumhuriyet oydu. Herkesin yolu düşmüştür bir dönem oraya kimler kimler gelip geçmiştir. Cumhuriyet her daim yayınlarına devam etmiştir. Gazetenin isim babası Mustafa Kemal'dir. Gazete yakın zamanda kutladığımız cumhuriyet ile yaşıttır. İstiklal mücadelesi yıllarında gazete aktif rol oynamıştır. Köklü tarihe sahip gazete bugünlerde yıllarca mücadele ettiği Fetullah Gülen taraftarı yani FETÖ'cü olmakla suçlanmaktadır. Aslına bakarsanız kendileri de böyle bir şey nasıl uydurduk hatta bu uydurduğumuz şeye nasıl inandık diyorlar. Çünkü gazete de 75 yaşında Hikmet Çetinkaya gibi bir dev çınar var ki FETÖ'nün en güçlü olduğu dönemde(Hani ne istediler de verdik demeden önce verdikleri dönemlerde) Fetullah Gülen çok tehlikelidir diyerek kitaplar yazmış köşe yazıları ile bu kokuşmuş cemaate meydan okuyordu. Şimdilerde Hikmet Çetinkaya'yı içinde binlerce FETÖ'cü olan polisin biri tarafından çekiştirilerek götürüldü. Cumhuriyet bu ülkenin en önemli lokomotifidir. Cumhuriyet gazetecilik tarihidir. Cumhuriyet İletişim Fakültelerinde ders olarak okutulacak eda da bir gazetedir. Cumhuriyet cumhuriyetin temel taşıdır. 
O en eski sloganlar sizlere veda etmek isterim: "Bu ülkenin aydınlık insanları. Size cumhuriyet yakışır."

29 Ekim 2016 Cumartesi

Bu Lanet Dönemde Bayram Kutlamak


Aslına bakarsanız bayram kutlamaya falan karşı değilim. Coşkulu kutlanan bayramları çok ama çok severim. İşte sorun burada başlıyor bir bayramın coşkusu insanların gözlerinden anlaşılır. Son on yıldır kutlanan hiç bir bayramda ne çocuklarımızın ne yetişkinlerimizin gözünde o coşkuyu o inancı göremiyorum. Çünkü çoğumuzda korku hakim. İçten içe kutlayamıyoruz sebebi açık ve net yasaklar ve rejimin tartışılmaya başlanması. Kutlama mesajlarına bakın sürekli cumhuriyetin niteliklerinden diğer yönetim biçimlerinden ayrılan yanlarından dem vuruluyor. Peki bunların hangisi şuanda ülkenizde mevcut diye kendinize sordunuz mu? Cumhuriyet ile yönetilen hangi ülkede kadın bu kadar horlanıyor? Hangisinde liseler teker teker imam hatip lisesine dönüştürülüyor? Hangisinde cumhuriyetin en temel tamamlayıcı unsuru laiklik, yine cumhuriyet sayesinde o koltuğa oturmuş biri tarafından hedef alınabiliyor? Hangisinde cumhuriyetin kurucularına her fırsatta saldırılıyor? Tek bir örnek gösteremezsiniz çünkü sizde iyi biliyorsunuz ki şuanda ülkenizde cumhuriyetin ilk beş harfinin tercihi ile gelenler istediklerini yapıyor. Çünkü sizde biliyorsunuz ki Anayasa'nın ilk üç maddesi dördüncü madde uyarınca değiştirilmiyor değiştirilmesi teklif dahi edilmiyor lakin uygulamalar ile kevgire döndürülüyor. Siz de iyi biliyorsunuz ki biz bayram falan kutlamıyoruz. Kutladığımız başka bir şey. Her sene bahaneler ile yasaklanan bayram mı olur? Milli bayramı olmayanın dini bayramı olmaz diyen Mustafa Kemal'e inat her yıl dini bayramlar özenle milli bayramlar ise yasaklar altında kutlanıyor. Bizim kutladığımız başka bir şey çünkü bu lanet dönemde bayram kutlanmaz ancak ve ancak tekrardan cumhuriyet ve laiklik kazanılana kadar mücadele günü olarak anılır.

18 Ekim 2016 Salı

Cehalet Sınır Tanımıyor


Dün Türkiye'nin sosyal medya gündemine giren ve 60 binden fazla tweet atılan konu Sabahattin Ali'nin 1943 yılında yazdığı Kürk Mantolu Madonna adlı eserdi. Aslında asıl konu yakın zaman da acun medya tarafından alınan Tv 8'de yayınlanan bir programda kitapta anlatılan kahramanın Madonna olacağını düşünen zatı şatı şahane sağlam bir pot kırdı diye düşünmüştüm. Aslına bakarsanız ilk dinlediğimde de bir ekran kazası diyecektim empati yapmak istiyordum lakin sevdiğim bir program olan "bi de bunu dinle" de Yavuz Oğhan hanfendiyi konuk etti. Atılan tweetlerde annesine sövüldüğünü ve annesinin öldüğünü anlatarak haklı sitemde bulundu. Buraya kadar her şey normaldi. Oda ne kadın birden ülkenin gündemi Musul  beni neden konuşuyorlar demeye başladı. Daha da öteye giderek sayemde ülkenin merhamet ortalamasını gördük demeye başladı daha da öteye giderek ne kadar da edebiyat severmişiz falan diye insanları tiye almaya başladı. Benim için orada empati falan bitti. Birde birileri ne zaman sıkışsa dinden dem vuruyor ya neymiş peygamber efendimizin bir sözü varmış gören de sanacak tüm dini vecibeleri yerine getiren biri var karşımızda ve bize örnek alalım diye hadisi şerif söylüyor. Sen önce bilmiyorum demeyi öğreneceksin sonra kalkıp insanlara akıl vereceksin. Ülkenin en büyük sorunları bana göre bir hayır diyememek iki bilmiyorum diyememek üç utanmamak sanırım sizde öncelikle bilmiyorum diyememek sorunu var. İkincisi ise ne yazık ki utanma duygusu yok. Hayır diyememe sorununuzu da ilerde göreceğiz. Bilmiyorsunuz hanfendi bilmiyorum deseniz ölür müsünüz? Yavuz bey'e şöyle dediniz "40 yıl önce okudum." O zaman o programda 40 yıl önce okudum hatırlamıyorum demek yerine neden saçmaladınız ? Sizi aslında biz kürtaj mevzusunda Seda Sayan'ın programında ne söylediğinizden tanırız. Hani " benim bedenim benim kararım" diyen kadınlarımızı hedef gösterdiğiniz program. Hani o kadınlar güya ellerinde flama sopaları polisleri dövmüş dediğiniz program. Hatırladınız mı? Bunlar 40 yıl önce söyledikleriniz de değil. Bunlar yakın zamanda söyledikleriniz. Saygısızlık yaptığınız Sabahattin Ali'ye de tüm Kürk Mantolu Madonna okuyucularına da o yüzden önce utanmanın ne demek olduğunu öğreneceksiniz sonra ahkam keseceksiniz. 
Sanırım Sabahattin Ali bugünleri görmüş olacak ki aynı eserde şu sözlere yer vermiş:

"...Hiç de fena insanlar değillerdi. Yalnız boş, bomboş mahluklardı. Yaptıkları münasebetsizlikler hep buradan geliyordu. İçlerinin esneyen boşluğu karşısında ancak başka başka insanları istihfaf ve tahkir etmek, onlara gülmek suretiyle kendilerini tahmin edebiliyorlar, şahsiyetlerinin farkına varıyorlardı..."

6 Ekim 2016 Perşembe

Ah bu CeHaPe yok mu?


Sene 1812 (Miladi takvimi bilmeyenler olabilir hani hicrî 1227'ler) Osmanlı Devletinin başında II. Mahmut var. O dönem halk veba salgınından kırılıyor. Hastalık İstanbul'da o kadar korkunç bir hal almış ki Padişahın emri ile sur kapılarına konulan gizli memurlar, bir günde, her kapıdan 50-60 ile 300 arasında cenaze çıktığını tespit etmişlerdi, şehir içinde gömülenler hariç. Zamanın gümrük emini tarafından tanzim edilen bir ilmühabere göre, bir buçuk ay içinde İstanbul'da günde 850-900 kişi ölmüş,(En düşük hesaptan yaparsak 38250(45*850) kişi 45 günde hayatını kaybetmiş) Ramazan da ise ölü sayısı 1200 kadar çıkmıştı. Galata ve Üsküdar'da ki bekar evlerinde ise durum hat safhadaydı(Bekar evleri: Anadolu'dan İstanbul'a çalışmak için gelen kişilerin kaldığı yerlere verilen isimdir. Osmanlı bu evlere gelenleri yerleştirerek bir tür kontrol mekanizması yapmaktadır.) Padişah ilk tedbir olarak bu evleri yıktırıyor. Salgın sırasında Padişah Beşiktaş'da ki sarayında bulunuyordu, ikindi namazlarına Ayasofya'ya gelirdi; Cenaze namazlarına katılırdı. O dönem yakınlarından bazılarını tavsiyesi ile, hastalığın def'i için, sultan Mahmut yatsı namazından sonra "Sûrei ahkaf" okunmasını emretmişti. Bunun üzerine halk dehşet içinde kaldı. Ramazan bayramında insanlar arası bayramlaşma münasebetiyle halkın birbiriyle ihtilâtı arttığından hastalık tüyler ürpertici hal aldı. Hastalıktan ölenlerin sayısı günlük 3000'e kadar yaklaştı. Ulemadan önde gelenler Padişaha müracaat ederek: "Sûrei Ahkaf Âd kavminin helak olacağını haber verir, böyle günlerde okunması gazabı ilahiye mucibdir" dediler emir geri alındı hatta geri alınmakla kalmadı evlerde dahi Kur'an okunurken bu sûrenin okunmaması emredildi. Hatta ve hatta o dönem Ramazan ayında bekçilerin davul çalması mani türkü okuması kahvehanelerde tavla, dama ve satranç vesair oyunlar oynanması yasaklandı. Evet bu okuduğunuz ve Kur'an-ı Kerim suresinin yasaklandığı dönem CeHaPe dönemine değil Osmanlı Devleti dönemine aittir. Demek ki İslam adına cihad ettiğini söyleyen bir devlette yeri geldiğinde dini yasaklarda da bulunabiliyormuş...

Geyik Muhabbeti ve Resneli Niyazi


II. Abdülhamit döneminde I. meşrutiyet ilanından kısa bir süre sonra  Rus harbinden dolayı meşrutiyet ve meclis rafa kaldırılmış harp sonrası Padişah'ın katı kuralları ve baskıcı rejimi baş göstermiştir. Meşrutiyeti tekrardan ilan etmek isteyen İttaat ve Terakiciler bir türlü bunu başaramamışlardır. O dönem Sırp ve Bulgar çetelerinin isyanlarına karşı çok ciddi mücadeleler ile başarılar kazanan bir Üsteğmen Niyazi yüzbaşılığa terfi etmiş ve halkın gözünde saygın bir yere gelmiştir. İttaat ve Terakicilerin baskı altında gizli yürüttüğü çabalar çok fazla sonuç vermemiş ve Meşrutiyet bir türlü ilan edilememiştir. Bunun üzerine Niyazi komutan emrindeki yüz elliye yakın askeri ile dağa çıkmış. Bu isyan bayrağı meşrutiyetin ilanı için kırılma noktası olmuştur. 3 Temmuz günü başlayan Ohri dağı macerası 24 Temmuz 1908'de İkinci Meşrutiyetin ilanı ile son bulmuştur. Halk niyazi komutanı bağrına basmıştır. Ordusuyla dağdan şehre indiklerine Selanik'te "Hürriyet Kahramanı" olarak büyük bir törenle karşılanmıştır. Dağda kaldığı sürede evcilleştirip yetiştirdiği geyiği de sembol olmuştur ki halk tarafından "Gazal-i Hürriyet" olarak bilinir. İşte ne olduysa Niyazi paşa için her şey bundan sonra başladı...

31 Mart ayaklanması sırasında İttaat Teraki ordusunun yetersiz kalması üzerine kendisinden harekat ordusuna katılması istenmiştir. Ordusu ile yardıma gelen Niyazi komutan Mustafa Kemal ile birlikte isyanı bastırmış lakin isyan sonrası ordusu ile şimdiki Gülhane parkına otağ kurmuştur. Ordu bir daire oluşturmuş ve ortasına da geyiği bırakmıştır. Uzun süre orada kalan orduyu gören İstanbul ahalasi askerlere durumu sorunca askerde Niyazi komutandan izinsiz bilgi vermemek adına soruyu geçiştirmek için "geyik muhabbeti" diye cevap verirmiş. İşte dilimizdeki geyik muhabbeti sözü Resneli Niyazi komutanın geyiğine kadar dayanır. Peki bu komutana ne oldu?  Fedakarca çalışan bu komutan bir gemi de kendisine  İttaat ve Terakiciler tarafından verilen koruma tarafından öldürülür. Bir karanlık suikaste giden Resneli Niyazi Paşa'nın cinayeti bugün daha sır perdesini korumaktadır. Kimsenin ne için neden öldürüldüğünü anlamadığı Niyazi komutan için halk şöyle demiştir:" Ne şehittir ne gazi pisi pisine gitti Niyazi"

30 Eylül 2016 Cuma

Helvacı İbrahim ve Arnavut Halil'in Ortak Aşkı

Köyünden kaçıp gelmiş  bıyıkları yeni terlemiş İbrahim, kendine o zamanlar ketenciler çarşısı denilen Mısır çarşısında iş bulur. Bir helva tezgahının başında durur. Muşkara köyünden geldiği için kendisine önceleri Muşkaralı sonrasında ise Helvacı İbrahim denilmiştir. O dönemler büyük nüfusa sahip konak sahibi Yadigar Bölükbaşı  güzeller güzeli 12 yaşındaki kızı kendisinden neredeyse 30-40 yaş büyük Çağşırcı hoca ile evlendirir. Erken yaşta anasını kaybeden Fatma iri yapısı ve erken gelişen vücudu ile konağın tüm işlerini ele alır bu yüzden babası kendisine atlıases(atlı zaptiye) der. Fatma babasının ölümünden hemen sonra 17 yaşında hocayı boşar. Babadan kalan parayı da sürekli genç delikanlılarla yer. İlk iş hocanın yamağı Seyyid ile evlenir ondan bir çocuğu olur. Seyyid'e de konağa kötü işlerini yaptırmak için aldırdığı Rahime aracılığıyla para teklif ederek boşar. İstanbul sokaklarında genç delikanlı avına çıkar işte Helvacı güzeli bunlardan ilkidir. Çarşıda gezen Atlıases gözüne kestirdiği delikanlıya Rahime aracılığıyla bir mektup ulaştırır türlü kelime oyunları ile dolu olan bu mektubu helvacı çırağı okuma yazması olmadığı için okuyamaz. Gidip bir katibe okutur. Mektup'ta kendisini konağa davet ettiği yazmaktadır. Helvacı katibe gidip gitmemesi yönünde soru sorar katip git fakat kendini kaptırma der. Helvacı konağa gözleri bağlı Rahime tarafından getirildi lakin o şatafatı o lüksü görünce kendisi gibi bir çulsuza bu kadının varmayacağını aklından geçirerek Atlıases'den izin isteyerek ona elini dahi sürmeden konaktan ayrıldı. Helvacıyı bir daha gören olmadı

...
Aradan yıllar geçti lakin Atlıases Fatma huyundan vazgeçmedi. 40 küsür yaşlarına gelmişti. Eski zenginliği de kalmamıştı. Yavaş yavaş konağın antikalarını da satmaya başlamıştı. O dönem bir Arnavut tellağı ağına düşürmüştü. Fakat helvacıda olanın aynısı Tellak Halil'de de oldu. Tek farkı Halil Atlıases'in konağı kaybetmemesi için çok para bulmak için yanından ayrıldı. Lale devri zamanıydı. Atlıases Okmeydanı'nda büyük bir sünnet düğünü olacağını duydu. Ona katılmak için konaktan ayrıldı. Sünnet töreni için geçiş töreni yapılıyordu. Atlıases gördüğü vezir karşısında şok olmuştu fakat bunu kimseye belli etmedi. Uzun bir süre Halil'i bekledi. Tellak Halil ise tellaklık ile bu işin yani konağı kurtaracak paranın kazanılamayacağını anladı. İşte o düşünceler içinde kendisine çok güzel fikri İspirizade Şehy Ahmet efendi verdi. İşte o lale devrinde çıkan isyanın tohumları atıldı. Kim derdi ki Helvacı İbrahim Padişah'ın sadrazamı Nevşehirli Damat İbrahim Paşa olacak. İşte o gururlu genç saraya helvacı olarak girip okuma yazma öğrenip Padişah'ın en gözde veziri oldu. Atlıases sünnet düğününde helvacı güzelini görünce o yüzden şok olmuştu. Çünkü o cahil Helvacı İbrahim Sadrazam olmuştu. Yine kim derdi ki sevdiği kadının konağı için para kazanmak için yola çıkan Tellak Halil Patrona Halil olarak 12 yıllık Lale devrini bitirerek tahtan Padişah indirecek ve Nevşehirli Damat İbrahim Paşa'yı öldürecek. İşte iki aşık birbirinden habersiz böyle bir serüvenin içine daldı. Bir aşk bir adamı Osmanlı Vezir'i yaparken birini de isyancı yaptı...

28 Eylül 2016 Çarşamba

Çakıcı'ya Sözümüz Yok

İzmir'in kavakları türküsünü bilenler orada başlıktaki kelimelerin nasıl geçtiğini çok iyi bilir. Bilmeyenler için o mısraları hatırlayalım.


Selvim Senden Uzun Yok

Yaprağında Düzüm Yok
Kamalı Da Zeybek Vuruldu (Yar Fidan Boylum)
Çakıcı'ya Sözüm Yok 
Bu sözlerde çok fazla karıştırılan bir gerçeği gün yüzüne çıkaracağız. Aslında 3. mısrada geçen Kamalı'da kelimesi için çoğu kimse kesici bir aleti ya da bir enstrümanı düşünür. Aslında bunların olayla alakası yok. Önemli bir olaydan ileri gelmektedir olayın ve Çakıcı'ya neden sözümüz olmadığını da en güzel anlatan bölümüdür türkünün. Çakıcı aslında 17 yaşında bir çocuktur ve babasını vuran adamdan intikam aldıktan sonra Çakıcı olur ve dağlarda nam salar. Onu dönemin eşkiya efelerinden ayıran ise gelinlik kızların çeyizlerini vermesi zenginlere baskı zoruyla okul ve köprü yaptırmasından ileri gelmektedir. Kamalı kısmına gelmeden önce Çakıcı'nın asıl nam saldığı bölüme kısa değinelim. Çakıcı önde gelen bir padişah yanlısı konak sahibinden okul ve köprü yapmasını ister bu isteği yerine getirilmez. Çakıcı konağı basar. O sıra konakta sadece adamın eşi vardır ve kadın alt kattan gelen dumanları görünce yangın var diye bağırır. Çakıcı bunu görünce "yangın var diye bağırma be kadın Çakıcı geldi diye bağır" der. Kadında avazı çıktığınca Çakıcı geldi diye bağırır bunun üstüne kimse konağa yanaşmaz. Çakıcı evdeki tüm parayı alır ve köy muhtarına köyün köprüsünü yapması için teslim eder. İşte türküde ki konak yakma hikayesi de buradan gelir. Gelelim asıl konuya bu Kama nedir? Kamalı Efe Çakıcı'nın amcasının oğludur lakin Kamalı Efe padişah yanlısı ve zenginlerin isteklerini yerine getiren azılı bir eşkiyâdır. Dağlarda Kamalı'nın peşine düşen Çakıcı ilk gördüğü yerde Kamalı'yı öldürür. Halkın üstüne karanlık gibi çöken gaddar Kamalı ölünce'de halk bir nebze olsa nefes alır. İşte türkünün ikinci kıtasında geçen Kamalı'da Zeybek vuruldu sözü buradan gelir. Halkın sevdiği Çakıcı'ya da bu yüzden de söz(laf) yoktur. Padişah tarafından tutulan 300 kişilik Arnavut paralı askerlerini bir gece al aşağı edip bölgeyi Arnavut mezarlığına çeviren bu namlı efenin canını da ancak bir efe alabilirdi ki öyle oldu. Genç bir çocuk efe tarafından vuruldu. Başsız kolsuz ayaksız bedeni yoldaşları tarafından kendisini takip eden Cerkes çetelerine verildi. Çakıcı'ya sözümüz bu yüzden hiç olmadı olamaz da! Eşsiz eseri Haluk Levent'ten dinleyebilirsiniz...

28 Temmuz 2016 Perşembe

Maklubenin sindirimi

Ahmet Edip Harabi'nin Vahdetname diye uzun bir şiiri vardır. Şiirin son dörtlüğünde Harabi mısraları anlamayacaklara veya yanlışa yoracaklara meydan okuyor ve aynen şöyle sesleniyor:
Vahdet sarayına girenler için
Hakkı hakkel yakın görenler için
Bu sırrı Harabi bilenler için
Birlik meydanında cevlan eyledik
Harabi burada mesajını net vererek gel gör diyor sonra konuş. Ülkenin içindeki durumda bu durum lakin Harabi'nin söyledikleri gibi net değil ne yazık ki... 

Cengiz Çandar'ın abartılı bir şekilde Fetullah Gülen'i övdüğü video her yerde dolanıyor. Çandar'a söven sayan dolu sosyal medya. Ya Nazlı Ilıcak, kadın Merve Kavakçı Meclis'ten kovulurken yazılar yazarken çok iyiydi şimdi ise baş Feto'cu oldu. Düne kadar tüm yandaş kanallar Ilıcak'ı kendi ekranlarına çıkarmak için can atıyordu şimdi sövme yarışına girmişler. Bu akıl tutulması yaşayanlar düne kadar insanları ergenekoncu diye suçlarlardı. İlerleyen yıllarda Kürtlerle yapılan süreç sekteye uğrayınca da önüne gelene terörist demeye başladılar. Şimdi yeni argümanları Feto'cu. Şöyle kendi içlerinde başlasalar işe anlayacağız da yok onu da yapmıyorlar sürekli çemberin ya kesişiminden alıyorlar ya da dışından alıyorlar. Geçmişin arşivleri ortada hepsini de siz kendi yandaş medyanızda yaptınız. 1 TL'lik madeni paranın üstüne Türkçe olimpiyatları yazısını Süleyman Efendi mi yazdı? Ha yazdıysa yazık oldu Süleyman Efendiye. Paralel devleti ele geçirmiş cümlesine karşı buna kargalar güler diyen Badem Ağacı mıydı? Ha Badem ağacı söylediyse harbiden ağaçların en aptalıymış. Pelsilvanya'dan aldığım samimi açıklamaya diyen başlayan sözü de sanırım Adiloş bebe söyledi o zaman tanımasına gerek yok bunları. Hastalanınca zatı şahaneleri geçmiş olsun sırasına girenlerde zaten Atos, Portos, Aramis ve Dartanyan'dı(!) İçerde hiç bir şey olmadı zaten hasreti dindirmek için ülkeye kimse davet etmedi "hocaefendi"yi. Kendi yazdı kendi oynadı devlet hep onundu canı sıkıldı kendi devletine sızmaya çalıştı. Kusura bakmayın da hepiniz o maklubenin tadına baktınız şimdi onu nasıl sindireceğiz diye düşünüyorsunuz...

24 Temmuz 2016 Pazar

Eczacılık İçin 5N 1K



Eczacı: Eczacılık fakültesi veya Eczacılık Fakültesi’den mezun olmuş ya da Kanuna göre yabancı okullardaki eğitiminin yeterliliğini ispat ve tescil ettirmiş, eczacılık faaliyetlerini yürütmeye yetkili sağlık meslek mensubudur.

s-pharmacy_vector_sign_6120Eczacılık: Hastalıkların teşhis ve tedavisi ile hastalıklardan korunmada kullanılan tabii ve sentetik kaynaklı ilaç ham maddelerinden değişik farmasötik tipte ilaçların hazırlanması ve hastaya sunulması; ilacın analizlerinin yapılması, farmakolojik etkisinin devamlılığı, emniyeti, etkililiği ve maliyeti bakımından gözetimi; ilaçla ilgili standardizasyon ve kalite güvenliğinin sağlanması ve ilaç kullanımına bağlı sorunlar hakkında hastaların bilgilendirilmesi ve çıkan sorunların bildiriminin yapılmasına ilişkin faaliyetleri yürüten sağlık hizmetidir.
eczane (1)
Eczane: Bir eczacının sahip ve mesul müdürlüğünde, Kanuna göre açılmış sağlık hizmeti sunan sağlık kuruluşudur.
Mesul müdür: Serbest eczanede, hastane eczanesinde, ecza deposunda, ilaç üretim tesisinde, kozmetik imalathanesinde veya ilaç AR-GE merkezinde görev yapan sorumlu eczacıya verilen isimdir.

DERSLER NELERDİR?
science-tubes-vector-doodle_23-2147492319Matematik bilmeli miyim? Kimya dersim iyi olmasa da olur mu? Biyoloji çok gerekli midir?
Öncelikle ilk sene alan derslerine girmediğiniz için matematik, kimya, biyoloji ve fizik gereklidir arkadaşlar. İlerleyen dönemlerde size en çok kimya ve matematik lazım olacak. Özellikle derslerde kimya son ekini alan çok ders ile karşılaşacaksınız.(Analitik Kimya, Organik Kimya, Farmasötik Kimya…) Bundandır ki eczacılık mesleği için kimyanın önemi ayrıdır. Tabi bu demek değildir ki belli bir puan aldığınız halde kimya bilginiz yetersiz ise eczacılık mesleğini yapamazsınız. Çalışanın önünde hiçbir engel olamaz.

chemistry--education_19-138427İlaç hazırlayacak mıyız?
Farmasötik Teknoloji dersinizde ilaç hazırlama tekniklerini öğrenecek ve  kapsül, ftil, ovül, şurup aklınıza gelebilecek birçok formu hazırlayacaksınız.
Analiz yapacak mıyız?
Analitik Kimya olmak üzere Farmasötik Kimya derslerinin pratik kısmında analizler yapacaksınız. Sizlere verilecek bir karışımın içinde hangi maddelerin olduğunu analiz edecek sonrasında ise o madeninin miktarını bulmaya yönelik deneyler yapacaksınız.
İlaçların hepsini nasıl öğreneceğiz? O kadar çok ki…
İlaçları Farmakoloji dersinizde öğreneceksiniz.  İlaçların Etkinliklerini, vücutta nasıl ve  ne kadar süre emilim gösterdiklerini, nasıl atıldıklarını, yan etkilerini, iki ilacın veya birden fazla ilacın birbiri ile olan ilişkisini, etkileşimlerini ve aklınıza gelebilecek birçok bilgiyi bu dersinizde öğreneceksiniz.
Eczacılık dört yıl mı beş yıl mı? Her kafadan bir ses çıkıyor…
Sevgili gençler Eczacılık, 2005 yılında alınan bir karar ile 5 yıl olmuştur. 1 yıl da zorunlu stajınız bulunmaktadır. Yardımcı eczacı olarak bir yıl zorunlu staj yapmalısınız ve o stajdan geçer not almalısınız. Toplamda 5 yıl eğitim hayatınız eğer eczane açmak istiyorsanız şayet 1 yıl zorunlu eczane eczacılığı stajını yapıp geçer not almalısınız.
Staj yapacak mıyız?
Evet arkadaşlar fakülteden fakülteye değişmekle beraber büyük ihtimal ikinci sınıftan itibaren yaz dönemlerinde staj yapacaksınız.(Eczane, Hastane ve Endüstri yani İlaç firmalarında Eczacı Depolarında ve hatta artık bilişim üzerine olan Sağlık şirketlerinde de yapabileceksiniz)
Tüm dersleri görmek istiyorum diyorsanız tıklayınız

MEZUN OLDUK YA SONRA?
Mezun olduktan sonra eczane açmak isteyenler için şöyle bir handikap var arkadaşlar, öncelikle eczane açacak arkadaşlarımız şunu bilmelidir ki, eskisi gibi istediğiniz yerde eczane açamazsınız yeni çıkan yasa ile 3500 nüfusa sahip bir bölgede bir eczane var ise bir ikinci eczanenin oraya açılmasına devlet izin vermemektedir.
İlaç firmasında çalışmak isteyenler ise stajlarını firmalarda yaparak o alanda tecrübe sağlarlarsa firmalarda kendilerine iş bulmaları kolaylaşır. Hastane eczacısı olarak çalışabilirsiniz.(Özel ve Kamu) Akademisyen olarak yolunuza devam edebilirsiniz. Yeni gelen yasa ile eczacılığa uzmanlaşma geldi. Uzmanlık sınavı EUS’a(Eczacılıkta Uzmanlık Sınavı) girebilir ve klinik eczacılık ve Fitofarmasi’de uzmanlaşırsınız. Sınavla ilgili ayrıntılı bilgi için tıklayınız


13 Haziran 2016 Pazartesi

Diplomayı da gördün mü İsmet?


İşeyenleri görmüştün İsmet, hani tuhaf giyimli olanları hatta görüntülerden sonra psikolojin bozulmuştu İsmet. Kut'ül zaferinin mimarı Halid Paşa'da ağzına rakı sürmemişti İsmet, sadece vasiyetinde mezarına rakı dökülmesini istemişti. Sur'da insanlar ölmüyor İsmet, kuşlar korkup kaçıyor. Maden de açlık grevi yok İsmet, onlar boş zamandan canları sıkılmış bir avuç gezici. Akkuyu nükleer tesis değil İsmet, doğanın güzelliğine katkı sunacak bir projedir. Bombalar patlamıyor İsmet, havai fişeklerin hasar ve ses düzeyi arttı. Suriye'de insanlar ölmüyor İsmet, insanlar yeni güzellikler görmek için yola düştüler. Sivas'da insanlar yanmadı İsmet, coşkulu kalabalık hızını alamadı yanlışlıkla oteli yaktı hepsi bu. Filistin'de çocuklar ölmüyor İsmet, İsrail hep kendini savunuyor. Ülkende kadınlara tecavüz edilmiyor İsmet, hepsinin kendi rızasıyla oluyor bunlar. Hayat sana güzel İsmet; sahi, diplomayı gördün mü İSMET?

19 Nisan 2016 Salı

Bir Saadet Zinciri Hikayesi

Telefonum çaldı. Efendim dedim. Kendini tanıttı liseden bir arkadaşım çıktı.
Nasılsın iyi misin faslından sonra girdi mevzuya işte bir işe girdim manyak para kazandırıyor sen de benim arkadaşımsın senin de kazanmanı isterim falan…
Sonra anlattı işte şu kadar para vereceksin sen de işin içine gireceksin dedi ve sistemi detaylıca anlattı. Hayır teşekkür ederim dedim ve kapattım.
Çevreme sordum, biraz araştırdım. Sisteme katıldığınızda, sistem en üstte yer alan Firavun’dan yana işliyor. Sen Mısır dönemindeki köleler gibi pramitler için taş bulup getiriyorsun sen de aynı şekilde bu sistem için yeni kurbanlar arıyorsun ve o kurbanların hayalleri üzerinden, sisteme girmek için ödediğin parayı çıkarmaya çalışıyorsun ve eğer çok sayıda insanı ikna etmeyi başarırsan biraz kazanıyorsun işte tüm mesele bu. Ülkemizde adına “saadet zinciri” deniyormuş sonradan öğrendim.
Askerliğim döneminde yine bir üniversiteli arkadaş sürekli bana mesaj atıyor.
Naber Abi nasılsın?
İlk zaman cevap verdim.
İyiyim sen nasılsın?
Karşı taraftan gelen cevap aynen şöyle.
Harika abi hayat süper gidiyor…
Sonrasında bir iki defa daha aynı muhabbet oldu. Ben cevap vermemeye başladım lakin o bana istisnasız her gün yazdı. Anlamadığım aynı ülkede yaşayıp yaşamadığımızdı. Nasılsın diyorum. Harika abi süper gidiyor falan.
Kardeş dolar arttı.
Abi müthiş bir gün!
Kardeş benzine zam gelmiş.
Hayat çok güzel abi.
Kendisinin sıradan bir üniversite öğrencisi olduğunu bilmeseniz, bu konuşmalarından ülkenin en zengin insanı olduğunu zannedersiniz. Neyse sonradan öğrendim ki bunlara bu uslup öğretiliyormuş, bir pazarlama yöntemiymiş. Onlar da sürekli çevresine gülücükler saçıyor, çok para kazandıklarını söylüyorlar lakin 25 kuruşa çay içilen mekanlarda sizlerle buluşuyorlar : )
“Abi yarın mesaj atacağım adrese gel sana hayatının en güzel şeyini anlatacağım.” Pat telefon kapandı.

Ertesi gün gerçekten de mesaj geldi. Gittim mesajda yazan adrese, bir otel. Otelde sunum yeri hazırlanmış ve sizi arayanın bu işi başaramayacağını bildikleri için de Firavunun bu kez daha profesyonel paralı askerleri gelmiş. Size sürekli farklı bilgiler ile sistemin ne kadar güzel işlediğini anlatıp her seferinde cümle sonuna “Sen de bu kadar para kazanmak istemez misin?” diye de ekliyorlar.
Tabi o zaman aklıma hani bu parayı ne satarak kazanacağız diye sormak geldi. Sordum, kendi ürünümüzü satıyoruz falan dediler. Ben de dayanamadım ve “Kardeş sabahtır bana neden sistemi anlattın? Ürünü anlatsaydın ya” dedim ve o zamana kadar neşeyle anlatılan sistem duvara tosladı.
Saadet ZinciriAslında yapılan basitti, ben seni kandırayım sen de durumu kurtarmak için üç beş arkadaşını kandır…
İnsanlara hayalleri pazarlıyorlar, bunun için de sürekli mutlu imajını çiziyorlar.
Bir kişinin gidip 6 kişiyi daha ikna etmesi aslında kulağa zor gelmiyor ama bu piramitte aşağıya doğru on kişi gittiğimizde kulağa inanılmaz gelse de toplamda sisteme dahil olan insan sayısı 60 milyonu aşıyor. Her dahil olan insandan en tepedekine de pay gittiğini düşünürsek 60 milyon insandan toplanan paranın ne denli büyük olduğunu anlamak kolaylaşacaktır sanırım. Tabi sistem bir yerde patlak veriyor ve bir anda yok olup gidiyor. Geride ise bu piramidin altlarında yer alan son katılımcılar kalıyor. Milyonlarca insan mağdur oluyor, birileri de onların mağduriyetleri üzerinden kazanarak ticaret yaptığını sanıyor…
Türkiye’de bir çok hayali şirkete dava açıldı. Umuyorum öğrencileri dolandıran bu şirketlerin daha fazla üstüne gidilir. Network marketing adının arkasına gizlenerek de yürütülen bu saadet zinciri veya ingilizcesiyle pyramid scheme aldatmacası denilen bu çılgınlığın sonu yok…
Gelelim neden bu konuyu irdelediğime “Meslekle alakası nedir?” sorusunun cevabına. Arkadaşlar bu konu artık eczacılık fakülteleri içinde de var olmaya başladı ve bir çok öğrenci mezuniyetini beklemeden okullarını bıraktı ve bu bataklığın içine daldı.
Şimdilerde iş çığırından çıktı ve eczacı odalarına kadar yayıldı. Bir çok eczacı odasında, yöneticilerin bile bu işi yaptıklarını görüyoruz.
Bunu rahatlıkla açıklıyorlar. Network işinden farklı gibi bilmem ne diyorlar. Aynı şekilde bu arkadaşların da bir kere doğru dürüst ürün tanıttığını görmedim. Sürekli sistemi anlatıyorlar. Efendim sistemle Mercedes almış. Ayda bu kadar para kazanmış…
Arkadaş ayda o kadar para kazanıyorsan eczacılığı bıraksana ne işin var daha eczacılıkta bu işe daha fazla vakit ayır. Ayrıca bu kandırmacaya mesleğimizi ve odaları alet etmeyin. Bu iş, bir yatırım veya ticaret değil, ben seni kandırdım sen de git 6 kişiyi kandır mantığı üzerine kurulu, ortadaki ürünün ise sadece formaliteden dolaştığı bir aldatmacadan ibaret.
Bunu eczacı odalarında yapanlara sesleniyorum: “MESLEĞİMDEN UZAK DUR!”

2018’e hazır mıyız?


Yazının başlığı sizi biraz şaşırtmış olabilir çünkü 2016’ya yeni merhaba dedik. Eczacılar olarak 2016’ya dair çözülmesini beklediğimiz bir çok sorunumuz var. SGK protokolü bunların en önemlisidir.
Bu SGK protokolüne meslek hakkı girecek mi? Girmeyecek mi? Aslında bu konuda meslek hakkı asıl dönüm noktası olacak çünkü diğer tüm maddelerdeki değişiklikler günü kurtarmaya yönelikken meslek hakkı eczacılığın geleceğini kurtarmaya yönelik olacak.
Bugün bu sorunlardan değil de ileride 2016’dan sonra bizi bekleyen sorunu ele alacağım. 2018’e götüreceğim sizi. Aslında meslektaşlarımız arasında çokça karıştırılan bir konuyu da ele almış olacağım. Yardımcı eczacı konusunu irdeleyeceğim. Peki, bunun 2018 ile ne alakası var?
Meslektaşlarımız yardımcı eczacı ve ikinci eczacı kavramlarını çok karıştırırlar, özellikle eczanesinde eczacı çalıştırmak isteyen meslektaşlarımız arama işini yaparken “eczanemde çalışmak üzere yardımcı eczacı arıyorum”diye yazarlar. Değişen 6197 sayılı kanunun yönetmeliğine göre böyle bir şeyin olması imkansız. Çünkü eczacılık camiası daha yardımcı eczacılar ile karşılaşmadı. Yasada, yardımcı eczacı ve ikinci eczacı tanımları şöyle yer alıyor:
YARDIMCI ECZACI
6197 sayılı kanun 4. Maddesinin v bendi: “Yardımcı Eczacı: 2013 ve daha sonraki yıllarda eczacılık fakültesinde okumaya hak kazanmış olup mezun olduktan sonra serbest eczane açmak veya serbest eczanelerde mesul müdür olarak çalışmak için en az bir yıl müddetle hizmet sözleşmesine bağlı olarak mesul müdür eczacı ile birlikte serbest eczanelerde veya hastane eczanelerinde çalışan eczacıyı, ifade eder.
İKİNCİ ECZACI
Serbest eczanelerde, eczanenin sahip ve mesul müdürü olan eczacının yanında reçete sayısı ve/veya ciro gibi kriterlere göre çalıştırılması zorunlu olan veya isteğe bağlı olarak bu kriterlere tâbi olmaksızın da çalışabilecek eczacı veya eczacıları, ifade eder.
Yani değerli meslektaşlarım şuanda yardımcı eczacı unvanına sahip kimse yok, dolayısı ile eczanenize size yardımcı olması için aldığınız eczacılar da aslında ikinci eczacı. Siz eczanenize ya mesul müdür atarsınız ya da yanınıza ikinci eczacı alırsınız. Meslektaşlarımızın bazıları da “3 milyon ciro yapıyor” (Aynı kanuna göre 3.5 milyon ve üzeri ciro yapanlar ikinci eczacı çalıştırmak zorundalar) görünmemek için bu yola başvuruyor gibime geliyor.
Hazır yardımcı eczacı nedir ne değildir sorusuna cevap aramışken bizi 2018’de ne bekliyor ona da cevap bulalım. 2013 senesi ve sonrasında eczacılık fakültesine girenler için 5 yıllık fakülte eğitiminden sonra zorunlu olarak 1 yıllık staj getirildi. Yasaya göre eczane açmak isteyen ve eczane de çalışmak isteyen en az bir yıl bir eczanede ya da hastane eczanelerinde çalışmak zorunda.
(Bana göre burada yönetmeliğin değişmesi gerekir çünkü öğrenci illa eczane ve hastanede mi staj yapmalı? Endüstri, akademi, SGK vb. Düşünen öğrenciler ne yapacak? Bu da apayrı konu)

Şimdi gelelim sorunun en büyük kısmına. Bu stajer/İntern/Yardımcı eczacıların staj boyunca maaşlarını kim ödeyecek, sigortalarını kim yatıracak?
Yasa diyor ki “Yardımcı eczacılara asgari ücretin bir buçuk katından, ikinci eczacılara da asgari ücretin üç katından aşağı olmamak üzere taraflarca belirlenecek ücret ödenir.”
Kısa bir hesap ile yardımcı eczacıya min. 1950 TL ikinci eczacıya min. 3900 TL (Burada da bir sıkıntı var. TEB’in belirlediği mesul müdür maaşı 2800 TL iken ikinci eczacının alacağı ücret en az 3900 TL) olacaktır. Şimdi yasada taraflar diyorsa ihale eczane eczacılarına kalacak. Peki hastane de isterse taraf devlet olacak. Endüstri isterse özel kuruluş. Şimdi bu kadar masrafın altına eczacı girmek ister mi? Bana sorarsanız zor. Kim uygulatacak yasayı TEB ve odalar çünkü aynı yasa eğer öğrenci kendi eczane bulamazsa bulunduğu ildeki odaya başvuracak oda buna bulacak diyor. Peki Odadaki yönetici kimi seçsin? Cirosu yüksek olanı seçmek isteyecek çoğu da ikinci eczacı çalıştırıyor olacak. Nasıl bir çözüm bulacak? Çalıştırmayan da 3 milyon TL’nin altında ciroya sahip olacak. Ben işin içinden çıkamadım.
Bu eczanenin seçimi odaların insiyatifine bırakılırsa ve eczaneye itiraz hakkı da tanınmazsa oda yönetimleri bu seçimi bir tehdit malzemesi haline getirirse ne olacak?
Kısacası yardımcı eczacı ve ikinci eczacı tanımları ve uygulamayı planladıkları yol, yeniden revize edilmelidir. Bu iş eczacı odalarının insiyatifine bırakılmadan, açıkça detaylandırılmalıdır. Yoksa dile kolay iki yıl sonra yaklaşık 3 bine yakın işsiz eczacı olacağı ve 10 yıl sonra da bu rakamın 15 bin olacağı söyleniyor. Ben 2026’dan değil 2018 den bahsettim.
Eczacılığın geleceğini konuşacaksak durum ortada; 2018’de çıkacağı muhtemel bu sıkıntılara bile şimdiden çözüm bulamazsak, uzmanlık yasasıydı, klinik eczacılıktı bunlardan medet ummayalım!

Ecz. Erdal Erdoğan Kart

10 Ocak 2016 Pazar

Sosyal Medya Dezenformasyonu

Sosyal medya üzerinden bir insana nasıl zarar verilir? Aslına bakarsanız önceleri bunun zor olduğunu düşünürdüm lakin ülke siyasetinin içerisinde bulunduğu durumdan dolayı bunun kolaylaştığını görüyorum. Bir fikir beyan ediyorsunuz. Fikriniz herhangi bir cenaha yakınsa yandınız. Hatta resmi facebook ya da twitter hesabınız dahi olsa yandınız. Neden mi? Çünkü anında sizin sahte hesaplarınız açılır ve sadece o fikrinize paralel paylaşımlar yapılır. Anlamak için takipçi sayısı atılan twetler yapılan paylaşımların tarihine bakmanız yeterlidir. Metin Akpınar geçenlerde bir fikir beyan etti. Sosyal medya hesabı olmayan bir sanatçımız. Şuanda bakın bir sürü sahte hesabı var ve sadece o düşüncesine paralel paylaşımlar yapılıyor. İnsanlar da bunu Metin Akpınar paylaşıyormuş gibi düşünüyor ve rt ediyor ya da paylaşıyor. Aslında o konuyla ilgili belki Akpınar tam tersini düşünüyordur. Akpınar adına açılmış iki sahte hesap var. Birincisi: https://twitter.com/Metin_Akpinarr
Bu hesaplar anında patlıyor artarak gidiyor. Sanatçı çıkıp o ben değilim dese de iş işten geçiyor. Halkımız kendi kaptırıyor bir kısım “çok yaşa Metin Akpınar” derken bir kısım “Allah belanı versin sende hain çıktın” diyor. Haberi olmadan bir sanatçı bir kısmını sevindirip bir kısmını üzüyor. Öyle kaptırıyor ki insanlar birisi de çıkıp yahu bu o değil demiyor. Bilen de işine geldiği için söylemek istemiyor. Diyanet ile ilgili yaşanan sıkıntı ise tamamen farklı bir boyuta geçti. Birileri sırf siyasi fikrine uygun diye diyaneti yerden yere vuruyor bir kısım yanlış olduğu halde savunmak için çırpınıyor.(Şahsi düşüncem din devletin tekelinde olamaz Diyanet kaldırılmalıdır. Çünkü farklı tüm mezheplerden vergi alıp sadece bir mezhebe hizmet etmek günahtır. Ayrıca ateistlerde var onların vergisi ile maaş alan alimi neden zor durumda bırakıyorsunuz. Neyse bu ayrı konu. Sosyal medyaya devam J) En son hadise de diyanetin suçu var öyle soru soran sapığa cevap verme ya da özelden yaz kardeşim.(Verdiği cevap kaynaklıdır kişisel yorum yoktur. ) Gelelim diğer soruna “Müslüman olmayan ile evlenilmez” denildi adamlar diyanetten alevi yorumu diye patlattı kimse asıl haberi okumadan sürekli paylaş butonuna bastı. Sonuç dezenformasyona uğrayan bir haber viral şekilde yayıldı.  Aziz Sancar olayı apayrı zaten adam sosyal medya ile ilgilenmiyordu dahi. Bir anda adına sahte hesaplar açıldı. Bu sefer milliyetçi cepheden bir şarlatandı bu çünkü twetler ırkçılık kokuyordu. Bir bilim insanın aklından geçiremeyeceği şeyler sanki o söylüyormuş gibi rahatça atılıyordu. Bilim insanı Nobelli sanatçı türkücü dinlemiyor insan duygusunu sömürenler her telden çalıyor. Sağ sol ayırmıyor yeterki sömüreceği bir şey olsun. Son hadise ise Ayşe öğretmen vakası emin olun ayşe öğretmene karşı olup twet atanların çoğu neden karşı olduğunu bilmiyor çünkü videoyu izlemediler dahi. Beyaz’a karşı olanlar ise neden karşı olduğunu bilmiyor. Açılan etiketlere bakalım. #AyşeÖğretmenYalnızDeğildir #TürkPolisindenÖzürDileBeyaz kutuplaşma sonucu doğan iki başlık. Birinci Etiket anlık duygu patlaması ile program sırasında açılan bir etiketti. İkincisi ise neden açıldı bilmiyoruz. Çünkü ne devlet ne polis kelimesi geçmemiş bir durum yaşandı. Sonrası ise Beyaz vatan haini oldu. Gelelim bu durum sonrası Beyaz’ın başına gelenlere: Beyaz ile ilgili bir sürü zaytung vari haberleri yandaş basın girdi. Üstüne bir sürü sahte twitter hesapları açıldı. Beyaz bir sahte hesap da devletten özür diliyor bir sahte hesap da çocuklar ölmesin diye twetler atıyor.
Beyaz adına açılan sahte hesap: https://twitter.com/BeyazitOzturrk
Bunları yapanlar ise insanların duyguları üzerinden prim yapmaya çalışan asalaklardır. Her şey bir kenara ülkemizde sosyal medya üzerinden dahi bir insana nasıl zarar verilir gözlerimizle görüyoruz.