11 Aralık 2018 Salı

MEDYADA SAĞLIK DEZENFORMASYONU



İlkçağ Grek felsefesinde, sanı, kanaat ya da inanç anlamına gelen doksadan farklı olarak, episteme doğru bilgi, bilimsel bilgi, ilk ilkelerden hareketle kanıtlanabilir olan zorunlu bilgi için kullanılan terimdir (Diemer, 1999, ss. 163-164). Doğru diye nitelendirdiğimiz kavram ise gerçekliğin algılanışıyla ilgili bir kavramdır. Doğru algıladığımız şeylerin gerçeklikten uzaklaştığına da şahit olabiliriz. Ki bilim tarihinde dahi birçok bilgi bir başka bilgi ile çürütülmüştür. Bilginin doğruluğu baki kalmak koşuluyla gerçekliğini farklı gözlem metotlarıyla ifade edebiliriz. Bilgiye giden süreç veri ile başlıyor, veri enformasyona evriliyor ve sonrasında bilgi dediğimiz kavram doğuyor. İşte enformasyonun bilgiye evrildiği süreçte karşımıza dezenformasyon kavramı çıkıyor. Enformasyonun bilgiye dönüşümü sırasında gerçekliği perdelemek ya da enformasyonu farklı gerçeklik boyutlarına taşımak dezenformasyon sürecini başlatıyor. Türk Dil Kurumu’nda dezenformasyonun anlamına baktığımızda “bilgi çarpıtma” olarak ifade edildiğini görürüz (TDK, 2018). Bir başka ifadeyle, gerçeği karartmak((söylentileri ekerek)  ve kamuoyunu etkilemek amacıyla gizlice ve kasten yayılan yanlış enformasyon (merriam-webster, 2018). İki tanımdan da anlaşılacağı gibi dezenformasyon, doğru bilgiyi bir çıkar ya da kasıt uğruna yanlış algıya evirme sürecidir.
Dezenformasyonu bilgi çağında çok yoğun yaşıyoruz ve bu yoğunluk dezenformasyon konusunu enine boyuna tartışmamızı kaçınılmaz hale getiriyor. Geçmişte dezenformasyon olmuyor muydu? Tabii ki oluyordu. Örnek verecek olursak İkinci Dünya Savaşı’nın seyrini değiştiren Normandiya Çıkarması çok güzel bir dezenformasyon örneğidir. Müttefik devletlerin istihbarat servisleri, çıkarmanın Fransa’nın Pas-De-Calais şehrine yapılacağı yönünde bir algı oluşturarak Almanya’yı yanıltmış ve nitekim çıkarma Normandiya’ya yapılmış ve savaşın seyrinin de değişmesine neden olmuştur. Askeri ve siyasi birçok dezenformasyon olmakla beraber, bu yazıda bilgi çağında yoğun olarak maruz kaldığımız dezenformasyonun sağlık sektörüne yansımalarını ele alacağız. 
İnsan vücudu hem sosyolojik hem de biyolojik olarak dezenformasyona maruz kalıyor. Buna en güzel örnek kanser hücreleridir. Nitekim, genetik olarak sağlıklı hücreye kanserli hücrelerden daha fazla büyümesi yönünde bir dezenformasyon yapılıyor. Bu yönüyle kanser biyolojik yönü kadar enformatik tarafı da olan bir hastalıktır. Doğru enformasyon hayatidir. (Turan, 2018)
Son dönemlerde peş peşe kurulan kişisel paylaşım portallarının oluşturdukları veri tabanları sayesinde ve bu veri tabanlarının birbirleri üzerinden kullanıcıları beslemesi sonrası müthiş bir paylaşım ağı inşa edilmiş oldu. İşte bu çığır açan önemli ve büyük gelişmelerin olumlu sonuçlarından pay alan sağlık alanı, olumsuz sonuçların da ortasında kaldı. Ülkemizde bu paydan ilk olarak nasibini aşılama aldı. Evrensel bir kabulü olmayan makaleler piyasaya saçıldı ve bu makalelere atıf yapan “bilim insanları” ekranlardan aşılama karşıtı söylemler geliştirdiler.
İlk zamanlar akıllı telefonların hayatın merkezinde olmamasından ötürü bu söylemler çok etkili olmadı/olamadı, fakat sonraları akıllı telefonun hayatın merkezine oturmasıyla veri paylaşımı artmaya başladı ve aşı karşıtı söylemler en üst tabakadan en alt tabakaya kadar herkese ulaşma imkânı yakaladı. Sağlık profesyoneli olduğunu iddia eden kimseler, Türkiye’de çok büyük bir başarı sağlamış olan aşılama politikalarının bazı bakımdan sekteye uğratmaya başladı.  Verilerle konuşursak aşı reddi yapan aile sayısı; 2011 yılında 183, 2013 yılında 913, 2015 yılında 5091 iken 2016 yılında 11.000, 2017 yılında ise 23.000’e ulaştı. Yine bu konuyla ilgili olarak Türk Tabipleri Birliği Halk Sağlığı Kolu’ndan Dr. Filiz Ünal bu duruma şöyle soru soruyor: “Bize aşı reddi olan ailelerin sayısını söylemeyin aşısız kaç çocuk var onu söyleyin!” Gerçekten de bu üzerine düşünülmesi gereken, önemli bir soru çünkü ülkemizdeki aşısız çocuk sayısını bilmiyoruz. 
Aşı ile ilgili dezenformasyon yapanlar aslında bireyi değil toplumu tamamen bir bütün olarak etkilediklerini gözden kaçırıyorlar. Dezenformasyon konusuna girmeden tanımında bahsettiğimiz bir nokta önemliydi çünkü dezenformasyon bir çıkar uğruna yapılıyor. Aşı karşıtı görüş bildirenler bir başka dezenformasyon olan “alternatif tıp” yöntemlerinin önünü açmak istiyor olabilir mi? Ulusal bir medya kanalında kendini sağlık profesyoneli olarak göstermeye çalışan bir zatın hemoroit ile ilgili konuyu anlatırken “Onu kesiyorlar işte kestirdin mi? Ben bu kestirmeye karşıyım tiroidiniz olsun beliniz olsun diziniz olsun omurganız olsun sırtınız olsun kalbiniz olsun ya nere ya kesmeden önce gelin bir kâinat eczanesinde neler var!” ifadesini kullanıyor. Modern tıbbı hedef alarak dezenf yapıyor ki bu konumuz için çok uygun bir örnek teşkil ediyor çünkü google’a “kainat eczanesi” yazdığınızda bu söylemleriyle daha birçok ortamda gündeme gelen şahsın ürünlerinin reklamı karşımıza çıkıyor.
Ufak bir giriş yaptığımız “alternatif tıp” konusuna da dönecek olursak bu da sağlık alanında yapılan ikinci ve önemli bir dezenformasyon örneğidir, ki aşı karşıtlığı yapan birçok kimsenin öz kaynağı da burasıdır. Çünkü bu kişiler dezenformasyon yaptıkları sürece çıkar ve kazanç sağlamaya devam ediyorlar. Özellikle “doğaldır, bitkiseldir” söylemlerini zararsız kavramıyla özdeşleştirmek istiyorlar ki böylece üzerinde doğal/bitkisel yazılı olan ya da söylenilen tüm ürünlerde hastaların sorgulamasının ya da şüphe etmesinin önüne geçsinler. Bugüne kadar gerek Sağlık Bakanlığı’nın gerekse Tarım Bakanlığı’nın “bitkiseldir, doğaldır” söylemleri ile tanıtımı ve satışı yapılan birçok üründe ilaç etken maddeleri tespit edilmiştir. Ama bu alanda dezenformasyon yapanlar için Türkiye’deki sağlık okuryazarlığının düşüklüğü onların bu işlere devam etmesinin en büyük gerekçesidir. Türkiye’nin sağlık okuryazarlığı indeksi 30,4 bulunmuştur. Türkiye’de 18 yaş ve üstünde 53.827.088 kişi olduğu göz önüne alındığında, yaklaşık 35 milyonluk bir erişkin nüfusun “yetersiz ve sorunlu” sağlık okuryazarlığına sahip olduğu anlamına gelmektedir. (Sağlık Sen, 2014). İşte tam da bu yüzden dezenformasyona devam edildikçe kâr elde ediyorlar. Bunlar, birbirini besleyen iki parametre. Kârın artması içinse insanların modern tıptan koparılması gerekiyor. Bunun için de medyada sağlık profesyoneli olanları bu alanda kullanmak da mubah olarak görülüyor.
Genel olarak sağlıkla ilgili bir konu tartışıldığında konuyu çok iyi çarpıtabilecek söz ustaları çağrılıyor; karşısına çağrılan kişi ise program boyunca sert, ketum, bağıran, gergin hallere sokuluyor. “Alternatif tıp” söyleminde bulunan kişiye sert sözlerle yükleniyor. Aslında bir mağdur yaratılarak bilgi perdelenerek gerçeklik gizleniyor. “Alternatif tıp” hakkında kişinin söyledikleri medya tarafından günlerce tartışılıyor ve konunun doğrusunu anlatmaya çalışan sağlık profesyoneli, aksini iddia eden kişiye sert sözlerle yükleniyor ve medya bu süreçte halkın beynine “X hoca doğru söylüyor ki diğerleri ona bu kadar fazla yükleniyor” algısını yerleştiriyor. Sonuç olarak alternatif tıp söyleminde bulunan kişiler halk nazarında bitkisel/doğal/zararsız şeklinde kodlanmış oluyor. 
Sağlık alanında yapılan bir diğer dezenformasyon ise önce bir kötü yaratılmaya çalışılması, sonra o kötü üzerinden gerçekliğin perdelenmesi. Örnek verecek olursak; paraben bir koruyucu maddedir, fakat önce paraben kötülenerek, insan vücudundaki zararlarına karşı her şey anlatılarak paraben kötüdür algısı yaratıldı. Hatta bununla ilgili PR çalışması dahi yürütüldü. Bu şekilde halkın parabene odaklanması sağladıktan sonra birçok kozmetik firması reklamlarında parabensiz ifadesini kullanmaya başlıyor ve böylelikle algımız ürünün parabensiz olmasında takılıp kalıyor. “Peki, paraben içermiyorsa koruyucu olarak ne içeriyor?” sorusunu aklımıza getirmemiz yani sorgulamamız engellenmiş oldu. Aynı durum, bağışıklığı güçlendirmek için kullanılan gıda takviyelerinde de yapılmaktadır. Glukoz/fruktoz şurubu kötü ilan edilerek, sürekli bu konuda makaleler ile örnekler veriliyor ve ürünlerin birçoğunun üstünde “glukoz/fruktoz şurubu içermez” yazıyor. Ancak “Bu ürünü ne tatlandırıyor?” sorusu yine aklımıza gelmemiş oldu. Çünkü algımızı başka tarafa yönlendirerek kâr elde etmeye devam etmiş oldular. Aslında dezenformasyon konusunda tüm süreci en iyi Amerikalı Aktör George Carlin özetliyor: “Dezenformasyon, sadece yalana uydurulan bir kılıftır.”
Sonuç olarak geçmiş dönemde siyasi ve askeri alanda önemli sonuçlara yol açan dezenformasyon konusunu sağlık alanında ele alırken dezenformasyon ile çıkar sağlayanların toplumların bir kesimini etkilemedikleri, genel bir toplumsal soruna neden oldukları unutulmamalıdır. Dezenformasyon ile mücadele etmek için sağlık okuryazarlığını geliştirmeli ve en önemlisi sorgulayan bir nesil için kampanyalar yürütülmelidir.


İleri Okumalar
1. Disinformatio. Alındığı Tarih: 29 Kasım 2018. Alındığı yer: Merriam-Webster
2. Topdemir, H.G.(2009). Felsefe nedir? Bilgi nedir?. Ankara.
3. Türkiye Yalan Habere Karşı Dirençsiz. Alındığı Tarih: 15 Haziran 2018. Alındığı Yer: Bianet
4. Doç. Dr. Mine Durusu, Et Al. Türkiye Sağlık Okuryazarlığı Araştırması. (2014, Aralık). Alındığı Tarih: 21 Nisan 2018. Alındığı Yer: Sağlık Sen
5. Cem Turan. Açıklığın Yanılsaması: Dezenformasyon Çağımızın Kitle İmha Silahı mı? Alındığı Tarih: 28.11.2018 Alındığı Yer: Akademik Bilişim
6. Müge Demir. (2010). Sağlık Haberleri ve Medya Gerçeği. ISBN: 978-605-395-391-3. Yayın Evi: Nobel.
7. Ignocio Ramonet. (2018). Medyanın Zorbalığı. ISBN: 975-682-741-6. Yayın Evi: OM.

19 Haziran 2018 Salı

24 Haziran Seçim Kampanyaları Üzerine Değerlendirme



Seçimlere az bir zaman kala siyasi partilerin seçim kampanyalarını değerlendirelim. Geçmiş dönemleri de düşünerek şuan ki konumlarını tartalım istedim. Son olarak da bu konuda kimin önde olduğuna hep beraber karar verelim.
İlk olarak 16 yıldır iktidarda olan Adalet ve Kalkınma Partisi ile başlayalım. Partinin kampanyalarında ciddi gerileme olduğu görülmektedir. Özellikle slogan noktasında her zaman bir adım önde olan partinin bu seneki sloganı iyi olmakla beraber görsel algıya hitap etmek için “Türkiye Vakti” sloganı üzerinden AK algısı mesajı vermek istedi. Düşünce güzel her şey iyi hoş ekranda da çok iyi görünmekle beraber basılı ve billboardlarda aynı şeyi düşünmek zor. 

Özellikle afişlerde AK bölümü dağılmış bir mürekkep edasıyla göründüğü için çok istedikleri gibi bir sonuç elde ettikleri düşünmüyorum. Özellikle afişlerinde üzerinde durulması gereken bir konuysa seçilen renklerle afişlerin boğulmuş olması. Afişte background turkuaz, slogan yazısı turkuaz, Recep Tayyip Erdoğan’ın kravatı turkuaz ve yazı içinde AK koyu mavi bu işte bir tuhaflık var. Partinin çalışmalarında bir gerileme söz konusu bana göre rahmetli Erol Olçok olsaydı bu afişlere kesinlikle onay vermezdi. Bizzat tüm kampanyaları yürüten isim olan Olçok’un eksikliği ciddi derecede hissedilmiştir.
AK Parti'nin zümrüdü Anka reklamı için tıklayınız
Cumhur İttifakı içinde yer alan bir parti ile başladığımız için diğer parti ile de devam edelim. Milliyetçi Hareket Partisi, partinin geçmiş dönem yaptığı çalışmalar vurucu ve etkileyiciydi hatta son seçimde yaptıkları 17/25 Aralık afişleri ile seçimin en iyi çıkışını yaptıklarını rahatlıkla söyleyebilirim. Bu dönem ise bir durağanlık var parti içerisinde ve çalışmaları çok az. Sloganları “Cumhur İttifakı Millet Aklı” renk seçimleri genel anlamda değişmediği için görsellik açısından geçmişe yönelik çok ciddi eleştiriler olmayacaktır. 

Bu seçimde kampanyalar noktasında MHP ile aklıma gelen tek şey Karadeniz yöresine ait Hoptek yani kolbastı olarak bilinen oyunun meşhur ezgisini kendilerine uyarlamış olmaları geliyor.
MHP'nin seçim şarkısı için tıklayınız
Millet İttifakı içerisinde olan partilerden Cumhuriyet Halk Partisi bu sene afişlerinde çok bir değişim gözükmemekle beraber renk ve vurgu geçmiş dönemlerle hemen hemen aynı. Sloganlarını ittifaka vurgu yapmaktadır.

 “Artık Tamam Millet İçin Geliyoruz” Bu sene animasyon reklamları da sıkça kullanan partide kampanyasında tek değişiklik Muharrem İnce’nin kampanyasının bir adım önde olmasıdır. Üzerine eklediklerini düşünüyorum. Özellikle animasyon reklamlarında mavi tık olayını bir kişinin çıkarak “başkanım o zaten var” demesi halktan gelen uyarıları dikkate alıyoruz algısı yaratmış ve yine Kılıçdaroğlu’nun bu uyarıya bu seçim kullandıkları “Tamam” ile cevap vermesi de anlamlı olmuştur.
CHP'nin animasyon reklamını izlemek için tıklayınız
Millet İttifakı’nın mensubu bir diğer Parti olan İyi Parti, özellikle Google reklamları ile teknolojiyi ve 21. Yüzyıl olanaklarını en iyi şekilde kullanan bir parti olduğunu göstermiştir. Özellikle kendi parti isimlerini ve logolarına vurgu yaparak bir slogan geliştirmişlerdir. 

“Yüzünü Güneşe Dön Türkiye” ve “Keşke demeyeceğim İYİ ’ki diyeceğim” reklamları tutmuşa benziyor. Fakat tek sorun Meral Akşener Rüzgârının Muharrem İnce’nin arkasına düşmüş olması olsa gerek.
İyi Parti'nin rekalm filmi için tıklayınız
Millet İttifakı’nın son üyesi olan Saadet Partisi’ne gelecek olursak ülkedeki partiler arasında(Cumhurbaşkanı adayları içerde olan HDP’yi ayrı tutacak olursak) en iyi seçim çalışması ve reklam spotları hazırlayan ve sosyal medyayı en iyi yöneten parti Saadet partisidir diyebiliriz. Özellikle sosyal medyada çok sağlam bir ekip kurmuşlar ve yine gençlik kolları bu alanda çok iyi çalışıyor. 

Yine spotları ve “#Değiştir” sloganları ciddi anlamda doğru ve akıllıca bir slogan. Yine reklamları ve afişleri eskiye göre değerlendirecek olursak ciddi anlamda çağ atlamışlar desek yanlış olmaz. Saadet Partisi'nin değiştir reklamı için tıklayınız
İki ittifaka da katılmayan partilerden biri olan Halkların Demokratik Partisi seçim çalışması noktasında eskinin üstüne çok bir şey koydu denemez genel anlamda 7 Haziran dönemine ait reklamlarla devam ediyor görüntüsünde. 

Sloganları “Senle Değişir” ve “Bir Oy Demirtaş Bir Oy HDP’ye” son sloganları üzerinden hazırladıkları reklam afişleri gayet düşündürücü ve etkili burada ek parantez açacak olursak Demirtaş’ın kısıtlı imkânlarla çok az kullandığı iletişim araçları ile yaptıkları partiyi taşımakta ve partinin onun üzerinden kampanya yürütmesini sağlamaktadır.
HDP'nin Senle değişir videosunu izlemek için tıklayınız
Bakalım bu kampanyaların 24 Haziran’a nasıl bir etkisi olacak hep birlikte göreceğiz.

1 Haziran 2018 Cuma

TRT Üzerine


TRT tartışması bugünün sorunu değildir. Geçmişte de bu sorun olmuştur. Cumhurbaşkanı seçilirsem “TRT Genel Müdürü’nü görevden alacağım” benzeri söylemler bugünün söylemi değildir. Rahmetli Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel AP başkanı iken bu sözleri sıkça söylemiştir.

21. Yüzyılda bugün hala TRT’nin tartışılıyor olması çok kötü olduğu kadar çok da acıdır. Seçim zamanları bunun bu kadar artması ise normaldir. Hele ki Doğan Medya’yı Demirören’in almasından sonra TRT’nin önemi bir kez daha anlaşılmaya başladı. Bu satışla Türkiye’de ilk defa bu kadar yayın organı tek bir kişinin elinde toplandı. Peki, TRT bu seçim dönemlerinde nasıl davranmalıdır?(Peki, davranabilir mi?) 2954 sayılı TRT Kanunu’nu bu konuyu çok net ifade ediyor. Madde 20 ikinci fıkra; “Türkiye Radyo - Televizyon Kurumu, Hükümet veya bir siyasi parti açıklama ve faaliyetlerini yayınladıktan sonra bunu dengelemek maksadıyla hemen ardından veya aynı bülten içerisinde karşı görüşleri almak için çaba harcamak ve yayınlamak zorunda değildir. “  Bu fıkra TRT’nin her koşulda elini rahatlatıyor. Uygulamada bu şekilde mi? Tabi ki değil! Bir yayın organının çalışanları seçime sayılı günler kala protesto eylemi yapıyor. Ne için? Bizim üzerimizden tartışma yapmayın diye. Yine aynı protestoyu yapanlar tarafsız olduklarını beyan ediyorlar. Verilerle bakalım tarafsızlar mı?


Bu noktada Birgün gazetesinin hazırladığı infografiği ne şekilde ele alsak elde kalıyor. Meclisteki koltuk sayısına göre oranlasak olmuyor oy oranlarına göre alsak yine olmuyor. Yani anlayacağınız TRT’nin siyasi partilere yer vermesi noktasında ne oran var ne orantı! Bu veriler ışığında TRT tarafsızdı diyemezsiniz. Hadi biz iyi niyetli olalım ve TRT taraflıdır da demeyelim(!) Ortada böyle bir sonuç ve veri varken TRT çalışanları ne yapıyor? Muharrem İnce TRT’yi eleştirdiği için protesto ediyorlar ve biz tarafsızız diyorlar. Bizi siyasete malzeme etmeyin diyorlar. TRT çalışanları bu vesile ile taraf olmuyor mu? Çokta iyi çokta güzel taraf oluyorlar. TRT Kanunu demişken 657 Sayılı Devlet Memurları Kanunu’na taraf olanların siyasi manada yaptığı eylem ne oluyor? Tarafsızlık ve devlete bağlılık: Madde 7 Devlet memurları siyasi partiye üye olamazlar, herhangi bir siyasi parti, kişi veya zümrenin yararını veya zararını hedef tutan bir davranışta bulunamazlar; görevlerini yerine getirirlerken dil, ırk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din ve mezhep gibi ayırım yapamazlar; hiçbir şekilde siyasi ve ideolojik amaçlı beyanda ve eylemde bulunamazlar ve bu eylemlere katılamazlar. Sonuç olarak katılıp eylemde yaptılar. Yani taraflı olduğunuzu biliyorduk anladık arkadaşlar da malumu ilam etmeye ne gerek vardı(!)
TRT’yi şuanda sadece siyasiler tartışıyor olsa geçmişteki gibi bir durum diyebiliriz. Fakat artık halk kendisinden alınan TRT vergisinin dahi alınmamasını talep ediyor hatta alınacaksa başka kanallara versinler demeye geldi boyut. Burada sorun en başta kopmuştu. Siz Devlet kanalını özel medya hizmet sağlayıcılarla yarıştırmaya kalkarsanız bugün gelinen nokta kaçınılmaz olur. Özel medya hizmet sağlayıcıların personel devşirmek için birbiri ile yarıştığı bir kurumdan bugün bir tane doğru dürüst haber sunucusu çıkmıyorsa ve siz ana haber bültenini sundurmak için Kanal 7’den spiker devşirirseniz artık eski TRT ekolü dediğimiz mantığı yerle bir etmiş ve TRT’nin yetiştirme yönünün iflas ettiğini beyan etmiş olursunuz. Kadrolaşma mantığı ile TRT’ye vasıf aramaksızın personel alırsanız kalenizde gol yemeye devam edersiniz. Devlet kanalı olan ve halkın vergileriyle ayakta duran kurum reyting kaygısı güdüyor ve 2954  Sayılı TRT Kanunu’na göre değil de 6112 Sayılı Radyo Ve Televizyonların Kuruluş ve Yayın Hizmetleri Hakkında Kanun’a göre hareket ediyorsa zaten ortada devlet kanalı diye bir şey kalmamıştır.
Not: Birgün'e güvenmeyenler için Uluslararası Şeffaflık Derneği'nin TRT İzleme Raporu için tıklayınız



26 Nisan 2018 Perşembe

Bir Dosta, Abiye ve Meslektaşa Veda



Bir abiye bir arkadaşa bir meslek duayenine veda etmek zordur. Kelimeleri bir araya getirmek kolay olmaz. Hele ki bu meslek büyüğü eczacılık hareketinin en zor badirelerini atlamış ve darbe sonrası eczacılık mücadelesi için en önemli kadroları içinde bulunmuş ise sözlerinizi özenle seçmelisiniz. Ona dair cümleleri kurarken içiniz de bir onur gurur oluyorsa işte dünyanın en güzel şeylerden biridir bu.
Dostları şöyle tarif ediyor onu:
 “İyi bir aile babası, iyi bir dost, arkadaş ve mücadele adamı!”
İstanbul Eczacı Odası’nın Mali Kongresi gerçekleşiyor. Misafir bir arkadaşımız konuşmasını yapıyor fakat arada birkaç kez sataşma oluyor. O sıra ne olduysa Rafet abi Divan Başkanı’na dönerek ayağa kalktı ve şöyle söyledi “hanımefendinin konuşması yanlış burada konuşamaz” toplantı öncesi kendisi ile otele gelmiştim sohbet etme imkânımız da olmuştu.  Pür dikkat onu dinlemiştim ve ülkenin demokratikleşmesi durumuna dair çok güzel cümleler etmişti. Fakat toplantı sırasında bu çıkışı beni şaşırtmıştı. Neden? Diye aklımda birçok soru işareti dolaşıyordu ki biraz sonra kendisi söz alıp kürsüye çıktı.
“Divan Usul hatası yapmıştır. Saymanlık mali tabloyu sunduktan sonra bu kürsüde sadece İstanbul Eczacı Odası üyeleri konuşabilir. Öncesinde tüm misafirlere bu demokratik kürsülerimiz açıktır. Değerli meslektaşımın konuşmasına değildi tepkim. Bu kürsü tüm meslektaşlarımıza açıktır altını çizmek isterim.”
Sanırım dinlediğim son konuşmasıydı ve son dersini o gün verdi bize. Değerli eşi Rafet abinin rahatsızlığını öğrendiğinde çevresi gibi umutsuzluğa kapılmadı. O da şu güzel sözü sarf etti:
 “80 darbesinde ne badireler atlattık beraber. Rafet güçlüdür bunu da atlatacaktır.”
Etrafa umut yayan bir aileye sahipti Rafet abi. Günümüz önde gelen temsilcilerin yaptığı hataya da asla düşmedi mutlaka etrafında birilerini yetiştirdi. Eczacılık camiasına ve kooperatif hareketine birçok ismi de kazandırdı.  Çağdaş Eczacılığın temsilcilerinden onu dinlerken ona duyulan saygıyı görünce hayretler içinde kaldığımı belirtmeden geçemeyeceğim. Çağdaş Eczacılık hareketinin örgütlenmesinden tutun TEB seçimlerini kazanılmasına kadar birçok noktada hem teorikte hem pratikte yer almış biriydi. Hayatın her alanına dokunabilen bir yapısı vardır. Ki bana göre en büyük özelliği çevresindeki herkesin onun yanında onunla beraber yapılan işlerde ondan güç, cesaret alması ve onun etrafındakilere hissettirdiği güven olgusuydu.
Kooperatifçilik onun yaşam biçimiydi "Kooperatifçilik; ekonomik hareketten yararlanan bir eğitim ve öğretim cihazıdır." Sözünü eczacı kooperatifleri arasında uygulamış ender şahsiyetlerden biridir. Onun gibi aynı çizgide olan, onun baktığı pencereden hayata ve mesleğe bakan herkese bıraktığı miras mücadelesi ve yaptıklarıdır.
Son olarak; Kimine göre kötüdür ölüm, kimine göre ecel, kimine göre ise ölümü güzelleştirir ölen.

1 Mart 2018 Perşembe

Kooperatifsel Bakış



Kooperatifler tekelleşen ilaç sanayisi ve globalleşen dünyada eczacıların varlığını devam ettirebilmeleri için birlikteliğin tek vücuda geldiği yapılardır.  Yine kooperatifler, Birlikte hareket etme dayanışma ve ekonomik anlamda demokratik kurumsallaşma olarak evrensel bir örgütlenme biçimidir. Kooperatifler bir amaç değil başlı başına bir araçtır. Bu araç küçük sermayelerin bir araya gelmeleri sağlaması hem ferdi ekonomiye katkısı hem de toplumsal kalkınmanın başlıca yollarından yegâne örneklerinden birisidir. 
Uluslararası Kooperatifler Birliği’nin eski yöneticilerinden Watkins’in de çok güzel ifade ettiği gibi "Kooperatifçilik; ekonomik hareketten yararlanan bir eğitim ve öğretim cihazıdır." 
Kooperatiflere salt ekonomik örgütlenme olarak bakmak sizleri yanıltır. Kooperatifler eğitim ekonomik ve toplumsal açıdan da örgütlenme yeridir. Kooperatiflerle ilgili bir sorunu ya da konuyu ele aldığımızda ekonomik açıdan bir değerlendirme sizleri dar anlamda eleştiri yapmaya iter. Ki bu bakış açısı sizi kapitalizm sisteminin içine dâhil ederek eritir. Kooperatifleri genel anlamda bakmanın eleştirmenin daha yerinde olacağını düşünüyorum. Ülkemiz de eczacı kooperatif hareketinin geçmişi Silifke’ye kadar uzanmaktadır. Köklü bir geçmişe sahip bu tarih kimi zaman sevinçleri beraberinde getirirken kimi zaman bu sevinçleri hüzne de bırakmıştır. Eczacılar olarak kooperatiflerin geçmişine bakarak bugünlere geldiğimizde güçlü kooperatif yapılanmalarının varlığı da hepimizin sevinci olmaktadır.
Son dönemde kooperatiflerin temel sorunu EDAK’tır. Bu noktada sorunu daraltıp bu bir kooperatifin sorunudur diyerek çıkarıp atarsanız genel perspektife bakmamış olur ve ticari depoların ekmeğine yağ sürmüş olursunuz. Çünkü sistem içerisinde her şey birbirine bağlıdır ve domino etkisi yaratabilir. Kooperatif hareketinin varlığı hepsinin varlığı ile mümkündür. Herhangi birindeki olası sorun tamamının varlık sorunu haline gelir. Bu açıdan EDAK'a sahip çıkmak sadece mesleki ve örgütlülük açısından değil, kooperatiflerin varlığının teminatı açısından da gereklidir. Tarihsel olarak bakacak olursak diye söze girip eskiden ticari depoların kapılarında bekliyorduk falan demek yerine size bir soru sormak istiyorum. Yakın zamanda ilaç kuru değişiminden dolayı yaşanan ilaçların yoka girdiği dönemde size hangi depo ilaç temin etti? (Ki kooperatifler elindeki ilacı eczacıya eşit bölüştürür)  Cevabı nettir. Eczacı kooperatifleri! Bu bağlamda aslında tarihten gelen ticari depo kapısında bekleme olayı yerini bilgisayar/telefon başında sipariş verirken bekleme olgusuna dönüştürdü. Sistemin eczacıyı yok etmesinin önündeki yegâne dayanaktır kooperatifler. Kooperatiflerle ilgili bilinci de yeni gelen nesile iyi aşılamak gerekiyor. Vade sayısının fazla olması otomasyon sistemlerinin hediye edilmesi yeni eczane açacak gençler için kulağa hoş geliyor olabilir fakat uzun bir perspektifte olaya baktığınızda sizin ticari depoya bağımlılığınızdan başka bir şey değildir! Eczacılık Fakültelerinde Eczacılık Tarihi derslerinde kooperatif hareketinin varlığından dahi söz edilmemesi aslında kooperatif bilincinin oluşmaması açısından da temel sorundur. Eczacılık fakültelerinden mezun olan gençlerin Neşe Gülersoy’u, Nur Işık Boyacıgiller’i, Naci Doğan ve daha nicelerini bilmeden(Sanırım Öğrenci kongrelerinde sponsor sunumlarında ya da fotoğraf yarışmalarında arada bir duyuyorlar) mezun oluyorsa ve siz sonradan bu gençlerden eczane açarken depo tercihinde olaya maddi açıdan bakmamasını beklerseniz haksızlık etmiş olursunuz. Bu açıdan temeldeki sorunu da bir an çözmenin faydalı olacağını düşünüyorum.
Gelelim EDAK ile ilgili düşüncelerime; EDAK, Neşe Gülersoy’un Işık Boyacıgilller’in emanetidir. EDAK’a sahip çıkmak her eczacının tarihsel bir sorumluluğudur. EDAK’ta yaşananacak ufak bir çatırdamanın tüm sonuçlarının nelere mal olacağını iyi analiz edilmelidir. Öz gücümüz olan kooperatiflere her alanda sahiplenilmesi gerektiğini düşünüyorum. Yöneticileri istediğimiz kadar eleştirebiliriz. Genel kurullarda yerden yere de vurabiliriz lakin bu, bizlerin tarihten gelen sorumluluğunu ortadan kaldırmaz!